Zeynep 42 yaşında, iki çocuk annesi bir kadın. Yaklaşık iki yıldır geçmeyen bel ve kalça ağrılarından şikâyetçi. Sabahları yataktan kalkarken sertlik, gün içinde oturup kalkarken batıcı bir acı yaşıyor. MR’ında ciddi bir şey yok aslında, ama ağrısı hep var. Gittiği her doktordan benzer şeyler duyuyor: biraz kilo vermesi, egzersiz yapması, stresini yönetmesi, kaslarını güçlendirmesi gerekiyor. Ama Zeynep’in tek istediği, bir ilaçla bu ağrıların geçmesi. Kendisi bir şeyleri değiştirmeden, ağrının geçmesini umut ediyor.
Ne yazık ki bu sadece Zeynep’in değil, pek çok kronik ağrı hastasının ortak hikâyesi. Doktorlar her zaman hastalarını tamamen iyileştiremez. Bunun nedeni çoğu zaman doktorun eksikliği değil, hastalıkların doğasıdır. Özellikle de hipertansiyon, diyabet ya da kronik ağrılar gibi sorunlar, çok faktörlüdür. Yani sadece bir etkenle açıklanamazlar. Genetik yatkınlıklar, yaşam tarzı, çevresel koşullar ve psikolojik durumlar birbirine karışır. Bu yüzden de tedavi sadece ilaçla sınırlı kalırsa, sonuç çoğu zaman yetersiz olur.

Mesela yüksek tansiyon için düşünelim. İlacı başlarsınız ama kişi hâlâ aşırı tuz tüketiyorsa, hareketsizse, stresini yönetemiyorsa ya da fazla kiloluysa, tansiyon o kadar kolay kontrol altına alınmaz. Aynı durum bel ve boyun ağrıları için de geçerli. Kaslar zayıfsa, postür bozuksa, kişi masa başında saatlerce aynı pozisyonda çalışıyorsa, üzerine bir de stres yükü biniyorsa, o zaman ağrının sürekli hale gelmesi kaçınılmaz olur.
Üstelik stres, bu döngünün tam ortasında yer alır. Sürekli stres altındaki bir beden, daha gergin olur. Kaslar gevşemez, uyku bozulur, sinir sistemi daha hassas hâle gelir. Beyin ağrıyı daha yoğun algılar. Hatta bazı durumlarda ağrı aslında dokulardan değil, beynin ağrıyı “öğrenmesinden” kaynaklanır. Yani gerçek hasar olmadan da ağrı hissedilebilir. Bu durumlarda da sadece fizik tedavi ya da ilaç yetmez.
Ama burada esas sorun, tedaviye yaklaşımda pasif bir beklentinin olması. Pek çok insan doktordan “şu ilacı yazın da geçsin” beklentisiyle geliyor. Oysa kronik hastalıklar böyle iyileşmez. Kişinin kendisi de bu sürecin bir parçası olmalı. Egzersiz yapmalı, beslenmesine dikkat etmeli, uyku düzenini kurmalı, stresle baş etmeyi öğrenmeli. Tüm bunlar birbirini tamamlayan parçalar gibi.
Fakat bu noktada da başka bir gerçek var: insanların çoğu, bu değişiklikleri sürdürmekte zorlanıyor. Birkaç gün egzersiz yapılıyor, sonra bırakılıyor. Beslenme düzenleniyor ama kısa sürede eski alışkanlıklara dönülüyor. Çünkü değişim kolay değil. Hele ki yıllardır aynı şekilde yaşayan biri için, bu değişim ciddi bir zihinsel ve duygusal efor gerektiriyor.
Zeynep’in ağrısı geçmedi çünkü bedenini değiştirmedi. Kaslarını güçlendirmedi, duruşunu düzeltmedi, stresini azaltmak için bir adım atmadı. Ağrının geçmesini bekledi ama ağrıyı üreten koşulları değiştirmedi. Oysa bu tarz kronik sorunlarda iyileşme, ancak yaşam tarzı değişikliğiyle mümkün olur.
Kısacası, kronik hastalıklarda ilaç tek başına yeterli değildir. Kalıcı bir iyilik hâli için bedenin, zihnin ve yaşam alışkanlıklarının birlikte dönüşmesi gerekir. Ağrıyla savaşta en etkili ilaç bazen harekettir, bazen nefes almak, bazen de yeni bir bakış açısı kazanmak. Ama ne olursa olsun, hasta bu sürecin içinde aktif olarak yer almazsa, iyileşme tam anlamıyla gerçekleşemez. Zeynep’in hikâyesi, belki de pek çok kişiye tanıdık gelecek. Ve umarım, bir yerden değişim başlar.

